GC
Giacomo Casanova
Casanova- Sahtekârlığın Ve Şehvetin Korkunç Bileşimi
Aşçılarına özenle hazırlattığı afrodizyak yemeklerle süslü aşk sofralarında, sevgilileriyle dil üstünden istiridye yeme oyunu oynadığını öğrendiğimde aklımı meşgul etmeye başladı bu adam. Onun pahalı dantellerle süslü kadife takımları, işlemeli yakalıkları, elmas manşetleri, ipek çorapları, değerli taşlarla süslü enfiye kutuları ile hiç ilgilenmedim doğrusu. Oyuncu bir anne babanın oğlu ve ünlü savaş ressamı Francesca'nın ağabeyi olması, yani sanat solumuş bir aileden gelmesi de etkilemedi beni. Cazibesini artırmadı gözümde, soyluların verdiği davetlerin baş konukları arasında bulunması. Bir kumarbaz, bir serseri ve bir casus olmasını da önemsemedim açıkçası.
Günah sofralarında oynadığı oyunlara takılmıştım. Ben, erkeklerin karanlık yanlarına meraklı bir kadındım ve sevgililerinin diline yerleştirdiği istiridyeleri nasıl yediğini anlatan bir erkeğin, başka neler yapabileceğini merak ediyordum. Casanova'nın anılarını okumaya böylece koyuldum. Uzun boyu, geniş omuzları, kestane rengi dalgalı saçları, dolgun ve kırmızı dudakları ile bir erkek iki yüz elli yıl sonra bile bir kadını heyecanlandırabilir miydi? Heyecanlandırıyordu işte... Benden fazla şey bilen erkekleri seviyordum ve karşımda Latince, Fransızca, Yunanca, İbranice, İspanyolca ve İngilizce konuşan bir adam duruyordu. Bu kadarla da bitmiyordu. Tıp, tarih, kimya, felsefe, astroloji ve simya konularında bilgi sahibiydi. Yetmiyordu. Eskrim, binicilik, dans ve elbette kağıt oyunlarında da çok yetenekliydi. Üstelik bir dönem yakın dostu olan Voltaire ile de sık sık felsefi ve edebi sohbetlere dalıyordu. İstiridyelerin ötesini arıyordum Casanova'nın anılarında, ama bir yandan da kafamı bir şeyler kurcalıyordu. Soylu hanımlar, onların oda hizmetçileri, artistler, fahişeler... Hepsi onun sevgilileriydi ve onu kıskanmıyor, aksine birbirlerine tavsiye ediyorlardı. Belki de şaşıracak bir şey yoktu. Bugün olduğu gibi iki buçuk asır önce de kadınlar beyefendilerle evleniyor, ama serserilerle sevişiyordu. Belki de kadınlar gerçekten Casanova gibi kocalarına, sevgililerine, nişanlılarına benzemeyen erkeklerle kaçamak yapmayı seviyordu. Kendilerine zarif iltifatlarla yaklaşan, değerli armağanlar sunan, şiirler yazan bu erkek onları gerçekleştiremeyecekleri sözlerle kandırmıyor, kıskançlıklarıyla bunaltmıyor, yaralamıyor, incitmiyordu. Kadınlar galiba şehvetini son damlasına kadar sunmaktan başka bir şey vadetmeyen ve kendilerinden de bedenlerinden başka bir şey istemeyen erkekleri, sanılanın aksine seviyordu.
O benim kızımdı
Casanova, kadınlarını ayarttığı, kumar masalarında dolandırdığı erkeklere karşı değil ama kadınlara karşı hep dürüsttü. Onlardan dişiliklerinden başka bir şey istemiyordu. Mesleği belirsiz ve pek de iyi bir şöhrete sahip olmayan Casanova'yı kadınların reddetmemesinin nedeni bu olmalıydı. Venedik, Roma, Madrid, Amsterdam, Petersburg, Paris, Napoli, İstanbul, Berlin, Londra, Varşova, Barselona ve Paris arasında dolanıp duruyordu. Fransız diplomat De Bernis'in metresi, Katalanya Amirali'nin dansöz sevgilisi, misafir olduğu evlerde gecelerce aynı yatakta yattığı kız kardeşler, Petersburg'da babasından yüz ruble karşılığı satın aldığı on üç yaşındaki köylü kızı, zengin bir avukatın karısı olan Donna Lucrezia hayatına ve yatağına giren kadınlardan sadece birkaçıydı. Lucrezia'dan olan öz kızı Leonilda ile olan ilişkisinin hep bir muamma olarak kalmasına neden olansa onun şu sözleriydi: "O benim kızımdı. Ama doğa, içimdeki âşığın duygularını bastıramamıştı." Nitekim Leonilda, babası yanından ayrıldıktan dokuz ay sonra bir erkek bebek dünyaya getirmişti.
Belki bütün erkekler kızlarına âşık olmuyordu ama bana göre Casanova'nın diğer erkeklerden pek bir farkı da yoktu. O da diğerleri gibi birlikte olduğu kadınların hesabını tutuyordu. Yetmiş üç yıllık hayatına sığdırdığı dört bin sekiz yüz kadınla övünüyordu. Çok mu kötüyüm bilmiyorum ama anıları arasında en eğlencel
Aşçılarına özenle hazırlattığı afrodizyak yemeklerle süslü aşk sofralarında, sevgilileriyle dil üstünden istiridye yeme oyunu oynadığını öğrendiğimde aklımı meşgul etmeye başladı bu adam. Onun pahalı dantellerle süslü kadife takımları, işlemeli yakalıkları, elmas manşetleri, ipek çorapları, değerli taşlarla süslü enfiye kutuları ile hiç ilgilenmedim doğrusu. Oyuncu bir anne babanın oğlu ve ünlü savaş ressamı Francesca'nın ağabeyi olması, yani sanat solumuş bir aileden gelmesi de etkilemedi beni. Cazibesini artırmadı gözümde, soyluların verdiği davetlerin baş konukları arasında bulunması. Bir kumarbaz, bir serseri ve bir casus olmasını da önemsemedim açıkçası.
Günah sofralarında oynadığı oyunlara takılmıştım. Ben, erkeklerin karanlık yanlarına meraklı bir kadındım ve sevgililerinin diline yerleştirdiği istiridyeleri nasıl yediğini anlatan bir erkeğin, başka neler yapabileceğini merak ediyordum. Casanova'nın anılarını okumaya böylece koyuldum. Uzun boyu, geniş omuzları, kestane rengi dalgalı saçları, dolgun ve kırmızı dudakları ile bir erkek iki yüz elli yıl sonra bile bir kadını heyecanlandırabilir miydi? Heyecanlandırıyordu işte... Benden fazla şey bilen erkekleri seviyordum ve karşımda Latince, Fransızca, Yunanca, İbranice, İspanyolca ve İngilizce konuşan bir adam duruyordu. Bu kadarla da bitmiyordu. Tıp, tarih, kimya, felsefe, astroloji ve simya konularında bilgi sahibiydi. Yetmiyordu. Eskrim, binicilik, dans ve elbette kağıt oyunlarında da çok yetenekliydi. Üstelik bir dönem yakın dostu olan Voltaire ile de sık sık felsefi ve edebi sohbetlere dalıyordu. İstiridyelerin ötesini arıyordum Casanova'nın anılarında, ama bir yandan da kafamı bir şeyler kurcalıyordu. Soylu hanımlar, onların oda hizmetçileri, artistler, fahişeler... Hepsi onun sevgilileriydi ve onu kıskanmıyor, aksine birbirlerine tavsiye ediyorlardı. Belki de şaşıracak bir şey yoktu. Bugün olduğu gibi iki buçuk asır önce de kadınlar beyefendilerle evleniyor, ama serserilerle sevişiyordu. Belki de kadınlar gerçekten Casanova gibi kocalarına, sevgililerine, nişanlılarına benzemeyen erkeklerle kaçamak yapmayı seviyordu. Kendilerine zarif iltifatlarla yaklaşan, değerli armağanlar sunan, şiirler yazan bu erkek onları gerçekleştiremeyecekleri sözlerle kandırmıyor, kıskançlıklarıyla bunaltmıyor, yaralamıyor, incitmiyordu. Kadınlar galiba şehvetini son damlasına kadar sunmaktan başka bir şey vadetmeyen ve kendilerinden de bedenlerinden başka bir şey istemeyen erkekleri, sanılanın aksine seviyordu.
O benim kızımdı
Casanova, kadınlarını ayarttığı, kumar masalarında dolandırdığı erkeklere karşı değil ama kadınlara karşı hep dürüsttü. Onlardan dişiliklerinden başka bir şey istemiyordu. Mesleği belirsiz ve pek de iyi bir şöhrete sahip olmayan Casanova'yı kadınların reddetmemesinin nedeni bu olmalıydı. Venedik, Roma, Madrid, Amsterdam, Petersburg, Paris, Napoli, İstanbul, Berlin, Londra, Varşova, Barselona ve Paris arasında dolanıp duruyordu. Fransız diplomat De Bernis'in metresi, Katalanya Amirali'nin dansöz sevgilisi, misafir olduğu evlerde gecelerce aynı yatakta yattığı kız kardeşler, Petersburg'da babasından yüz ruble karşılığı satın aldığı on üç yaşındaki köylü kızı, zengin bir avukatın karısı olan Donna Lucrezia hayatına ve yatağına giren kadınlardan sadece birkaçıydı. Lucrezia'dan olan öz kızı Leonilda ile olan ilişkisinin hep bir muamma olarak kalmasına neden olansa onun şu sözleriydi: "O benim kızımdı. Ama doğa, içimdeki âşığın duygularını bastıramamıştı." Nitekim Leonilda, babası yanından ayrıldıktan dokuz ay sonra bir erkek bebek dünyaya getirmişti.
Belki bütün erkekler kızlarına âşık olmuyordu ama bana göre Casanova'nın diğer erkeklerden pek bir farkı da yoktu. O da diğerleri gibi birlikte olduğu kadınların hesabını tutuyordu. Yetmiş üç yıllık hayatına sığdırdığı dört bin sekiz yüz kadınla övünüyordu. Çok mu kötüyüm bilmiyorum ama anıları arasında en eğlencel