Uyar’ın Öykülerindeki Sürükleyici Formül:
Bir küçük çatlak daha...
SIRMA KÖKSAL
Lüksemburg Bahçeleri’nden dönerken yağmur yağardı hep. “Ankara’daki gibi bu saatte, aynı saatte” derdim içimden. Sonra bir kafede mola verirdik, eş-dostun sıkça uğradığı bir kafede. “Krepen Pasajı gibi,” diye uydururdum, “dışarılara taşan müşterileri, asık suratlı garsonlarıyla.”
Bu kadarlık bir alıntıdan bile belli ki öykü Paris’te geçmektedir. Bu öyküyü ilk okuduğumda da bu duyguya mı kapılmıştım hatırlamıyorum ama şimdi, yıllar sonra nedense Lüksemburg Bahçeleri’nden bu dönüş bana bir plaj dönüşünü anımsatıyor. Hasır deniz çantalarının saplarının nemli havluların ağırlığıyla güneşten kızarmış omuz başlarında bıraktığı izler, güneşi içine çekmiş bedenlerin rahat yorgunluğu... Hafiflik mi? Belki, ama daha çok hafiflemişlik, bir süreliğine kendini bırakmak, unutmak, gülümsemeyi hatırlamak.
Üstelik öykünün coğrafyası bu deniz dönüşüne uymadığı gibi, mevsim de belli ki yaz değil. Henüz yağmurların aynı saatlerde üst üste yağdığı bahar olsa gerek. Öyleyse neden bende bu etkiyi bırakıyor?
Galiba Tomris Uyar’ın öykülerinin zamanı bende hep bir yaz mevsimi duygusu bıraktığı için. Kuşkusuz karanlık kasvetli havalarda geçen, ev içlerinin kıyısını köşesini didikleyen öykülerini unutmuyorum. Ama onun “aydınlanma anı” dediği şey olsa gerek bende bu aydınlık duygusunu bırakan. Yıllar önce ilk tanıştığımız zamanlarda öykü üzerine konuşurken bana söylediği şey aklımdan hiç çıkmıyor: “Öykü bir andır, bir oda yani.”
Gerçekten de kısa öykünün en iyi tanımı bu olsa gerek. Bir tek anın penceresinden bir odanın içine bakmak ve orada yaşanan her şeyi görebilmek. Bu nedenle okurun en çok katılması gereken edebiyat dallarından birinin kısa öykü olduğunu söylerken de Uyar sonuna dek haklı çıkıyor. Verilen ipuçlarını tamamlamadıkça bir kısa öyküyü okuyup bitirmiş olmazsınız. Parçaları yerine oturttuğunuzda, yani yazılanı tamamladığınızda bir sonuca ulaşırsınız. Bu nedenle de yazarın yazarlarını okumamışsanız, en azından onun edebiyatını besleyen kaynaklardan uzaksanız, öyküsünün içinden çıkabilmeniz pek mümkün değildir.
Eğer Tomris Uyar’ın öykücülüğü hakkında söylenebilecekleri sıralamam gerekseydi, dilden başlardım. Kuşkusuz ki günümüzde Türkçeyi en kıvrak kullanan yazardır Uyar. Dil onun elinde kendi başına organik bir yapı olup çıkar. Öyle ki kimi zamanlar orada zaten akıp gitmekte olan bu cümleler varmış da, Uyar onları yalnızca yakalayıp kâğıda geçirmiş gibi bir duyguya kapılırsınız. Ama çevirilerinde de bizi sürüklediği bir yanılsamadır bu; onun çevirdiği kitaplar sanki zaten bu dilde ve böyle yazılmış etkisi bırakırlar üstümüzde. O cümlelerin başka bir dilde, başka bir gramerde, başka sözcüklerle oluşturulmuş olması neredeyse inanması zor bir şaka gibidir.
Ama biz yine kendi öykülerine ve gündökümlerine dönelim. Dil üzerindeki bu hâkimiyet, dünya ile kurulan sağlam bir ilişkinin de temelini oluşturuyor. Çünkü Tomris Uyar, öykü kahramanlarına işleyebileceklerinden daha fazla günah ya da sevap yüklememek gerektiğini söylerken, kendi kahramanlarının gerçeklikleriyle olan bağını onların diliyle kurar her şeyden önce. Öykünün içine ustalıkla oturtulmuş ayrıntılar ve ipuçları kadar kullandıkları dille de dokunmuştur kahramanları. Üstelik bu dil yalnızca onların konuşmalarında değil, öykücünün kurgusuna da damgasını basmıştır. Kısaca dünyasının en önemli ayırt edici yanı dilidir. Öte yandan bu dilin gelişmesinde işe öncelikle çevirmenlikle başlamış olmasının payı üstünde duruyor ama yine de o dilin arkasında İkinci Yeni’nin imge zenginliğinin etkilerinin unutulmaması gerek. Bunu zaten kendi de belirtiyor.
Bunları yazdıkça neden onun öykülerinin bende zaman olarak bir yaz mevsimi duygusu bıraktığını daha iyi anlıyorum. Zorlanmasız akıcılığın etkisi bu. Ama okurkenki zorlanmasız akıcılık. Yoksa onun öykü kahramanlarının başına gelenlerin zorlayıcı olmaması değil. Öykülerinde yaşamak istemezdim. Onun öykülerinde bir köşe bulup kıvrılmak istemezdim. Hatta yanlarından bile geçmemek isterdim mümkün olsaydı. Çünkü hesapların en kaçınılmaz olduğu o “aydınlanma anları” bizi artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı bir kırılma noktasında bırakıp gider. Sanki gelip partiyi darmağın edip giden kötü kalpli bir davetsiz konuk gibi. Sanki eteklerimizin sökük olduğunu, makyajlarımızın akmışlığını, yiyip içtiklerimizin de aslında berbat şeyler olduğunu gelip yüzümüze vurmuş, sonra da çekip gitmiştir. Sonra... Buyrun, parti orada duruyor, devam edin edebilirseniz.
Ama yine de kimse kolay kolay çekip gitmeyi beceremeyecektir. “Bol Buzlu Bir Aşk”ın şakası yapılacak, kötü kötü içilmeye devam edilecek, bir perşembe daha yok olacaktır takvimden. Çarşambadan cumaya atlayan hafta, aradaki kayıp perşembesiyle ürkütücü suskunluğunu kuru gürültüye boğacak, oradan gözünü üstümüze dikip bakacaktır. Tıpkı çarpmanın etkisiyle tuzla buz olan ama dağılmadan durup o paramparça kristalize bütünlüğünü koruyan araba camları gibidir Tomris Uyar’ın öykülerinin oluşturduğu dünya. Bir fiskede dağılacaktır ama hiçbir fiske o dağılıp gitmeyi yaratamaz yine de, bir küçük kırık daha oluşur onun yerine. Çünkü hayat da böyledir zaten! Büyük dağılışlar, yıkılışlar değil, küçük, umarsız kırılışlar ve küçük hesaplaşmalarla, hesaplaşamayışlarla akar gider. Hiç zorlanmadan, çorap söküğü gibi... Arada bir, bir şeyler bizi durdurup sarsacaktır, üstümüze yığılacaktır. “Beida tanımadığı, tanıyamadığı, bütün yüzlerin, bıraktığı yerlerin, unuttuklarının, hatırlamadıklarının, acımasız bir parıltıyla üstüne doğru geldiğini gördü. Gözlerini kapadı.” Bedia’nın hayatının bundan sonra bambaşka akacağını mı sanıyorsunuz? Hayır, olsa olsa o yılki evlilik yıldönümü kutlaması biraz tatsız geçecek, bir iki gün sonra aynı düzene dönülecektir büyük olasılıkla. Tek fark Bedia eski Bedia olmayacaktır da belki eski Bedia’yı arayarak onu tekrar yerine oturtmaya çalışarak sürükleyecektir kendini. Tomris Uyar’ın öykülerinin usta gerçekçiliği burada yatar. Bizi, “oh bitti işte bu oyun” duygusuyla rahatlatmaz, “sadece bir küçük çatlak daha” duygusuyla bırakır gider.
Tıpkı “Ölen Otelin Müşterileri”nde olduğu gibi hiçbir şey ferahlatıcı bir bitişle, tükenişle son bulmaz. Uzun, ağır, akar gider. Oysa yüzeyden görünen yavaş yavaş yitmekte olanın acelesiz tadının çıkartılışıdır. Ama hiç beklenmedik anda “Şöyle bir yağmur yağsa, dolu dolu” der Naşide hanım. “Kapıları erkenden kilitlesek, bari yazın denize girmek zorunda kalmasak.” Hani, “şu oyun bir bitse” demektedir sanki.
Her ne kadar kısa öyküyü, gerideki her şeyin açığa çıktığı bir anı anlatan bir edebiyat dalı olarak tanımlasak da ve Tomris Uyar’ın tüm öyküleri teker teker bu anların düğümlerini ele alsa da, öykülerinin tümü bir bütün olarak alındığında, bu kırılış noktalarıyla ve ona karşın süren yaşamın bütününün tatsız tadı kalır ağzımızda. Öykülerin tatsızlığı değil, yaşamın tatsızlığı... Ama o capcanlı dil işte orada yardımımıza koşar ve hesaplaşma anlarımızın yanı sıra sürdüreceğimiz yaşamda “bu da geçer” duygusu verir bize. Bu da geçecektir neyse ki, hesaplaşa hesaplaşa, sorgulaya sorgulaya yaşayacağız biz de. Çünkü yaşamın en büyük sorumluluğudur bu Uyar’ın dünyasında. Kaçınılmaz olandır.
Bütün bunlardan dolayı da kalabalık bir dünyadır onun öykülerinin dünyası. Tek kişilerin öykülerinde bile kalabalıktır. Çünkü kimse tek kişi değildir. Hep başkaları, önceleri ve ihtimal ki sonraları vardır. Yaşam karşılıklı olarak birbirimizin hayatlarına girip çıkmalarımızdan oluşmuştur. Apaçık gerçekler karşısında bizi avutma kolaycılığı da yoktur Uyar’ın; fazladan iyi niyeti de. Ne halimiz varsa görelim diye bırakır bizi. Hallerimizin sorumluluğu da bize ait üstelik.
Öykülerinin dünyasından biraz da denemelerinin, gündökümlerinin dünyasına girmeliyiz şimdi herhalde. Aynı yalın karşılaşmalar orada da sürdürür kendini. Denemeleri yazan kişiyle öyküleri yazan kişi şaşırtıcı derecede benzerdir. Öykünün kalıbından uzaklaşmak için yazılan denemeler, aynı dünyanın tamamlayıcılarıdır. Buradan da onun edebiyat ile olan ilişkisinin bir diğer yanını yakalarız. O da kurgusunu her zaman yaşamdan besleyen bir yazar olduğudur. Günlük yaşamın olan bitenleri onun denemelerinin olduğu kadar öykülerinin de belkemiğidir. Ancak yine öykülere dönecek olursak, gitgide imgenin ağırlık kazandığını da ayırt ederiz. İmge, tamamlayıcı unsur olmaktan belirleyici olmaya doğru yol almaktadır. Özellikle son öykü kitabı Aramızdaki Şey’de iyice belirginleşir dünyayı imgenin gücüyle algılama eğilimi. İnişli çıkışlı, bir batıp bir çıkan imgelerle kurmamız gerekir öyküleri yeniden. İşte bunun için zor bir dünyadır kısa öykünün dünyası. İzleyici kalamayacağımız bir yere sürüklenir, orada öykücü tarafından terk ediliriz.
Yorumlar
Bu ürüne yorum yapmak için giriş yapmalısınız
30.09.2020
Tomris Uyar-Yaza YolculukTomris Uyar okumaya başlamak için çok ideal bir öykü kitabı. Kısa, gerçekçi ve bizden öyküler sunan kitap, aynı zamanda kullanılan dilin sadeliği ile de okuması çok keyifli. Herkesin bu kitaptaki öykülerde kendinden parçalar bulacağını düşünüyorum. Keyifli okumalar dilerim
14.12.2006
Yaz, ortak bir sanrı gibiydi.Tomris Uyar, Türk öykücülüğünün en başta akla gelen kıymetli isimlerinden biri şüphesiz. İlk basımı 86 Mart´ında Can Yayınları´ndan çıkan bu öykü derlemesi, 87 Sait Faik Öykü Ödülü´nün de sahibi.<br>
Yaza Yolculuk Gülümseme´yi unutma ile başlıyor devamında öykücülük adına çok önemli eserlerle hacmi küçük diyeceği çok büyük bir kitaba dönüşüyor. Hem sade bir dilin, Tomris'ce anlık kesilişlerini, hem de içeriğin bu sade dille muhteşem uyumu söz konusu.<br>
Kimi zaman bir iç hesaplaşmaya kimi zamanda okuyucuyu tedirgin edecek söylevlere sahip bir kitap. Örneğin, Kalenin Bedenleri´nde okuyucuya da sesleniyor gizliden gizliye "Sakın ... bir bütün yaratmaya çalışma."(38). Ancak, bu durum usta yazarın, öykü kurgusundaki ustalığıyla başarılı bir oyuna dönüşüyor. Yer yer yazdan bıkıp yağmur yağsa da denize girmek zorunda kalmasak diyecek cürette karakterler yaratıyor, ya da "bugünü başka biri yaşasa ne olurdu?" gibi okuyucuyu silkeleyen anlamlar yüklüyor karakterlerine, öykülerini.<br>
Kanımca en güzel öyküsü Son Sanrı olmakla birlikte, yazın incelip karakterlere bulaştığı, her bireyi bir süzgeçten geçirdiği, kazandığı Sait Faik Öykü Ödülünü sonuna kadar hakeden bir edebiyat ustalığı bu kitap, Tomris Uyar´a başlamak adına ise bulunmaz bir fırsat.