Düzmece Dil Kuramından Topluca Paylaşılan Aldatmacaya:
Bir çöküş ortamının romanı
CEMİL KAVUKÇU
Tahsin Yücel’in son yapıtı Yalan, biçem ve içeriğiyle olduğu kadar, romanın baş kişisi olan Yusuf Aksu’nun aykırılığı ile de hem kendi romancılığında, hem de edebiyatımızda farklı bir noktada duruyor. Yusuf Aksu, yaşamla olan bağları son derece zayıf, yalnızca olup bitenleri kayıtsız bir gözle izleyen bir karşı-kahraman olarak çizilmiş romanda. Bu yanıyla biraz da Elias Canetti’nin Körleşme adlı romanının, düşünce ile gerçeklik arasındaki savaşımın simgesi olan kahramanı Kien’i çağrıştırıyor. Tahsin Yücel de romanın eksenine Yusuf Aksu’yu oturtmuş ve romandaki öbür kişiler, yaşanan kent, olaylar, onunla olan bağıntıları ölçüsünde boy göstermiş. Bunun da ötesinde, romana ağırlığını koyan şey, yaşam boyu herkesin başvurduğu, türlü nedenlerle sığındığı “yalan” ve “yalanlar.” Yusuf Aksu’nun romandaki yeri de bu: Yalan.
Romanın başkişisi özdeşleşilecek, ruh birlikteliği yapılacak, yakınlık kurulup benzer yaşam deneyimleri paylaşılacak biri değil. Olumlanacak bir tip de değil her şeyden önce. Ancak, okur ortak bir nokta bulamasa da, onunla bütünleşemese de, olumsuz yanlarını görse de ona kızamıyor; hatta, yer yer gülse de, “bu kadar da olmaz” diye dudak bükse de acıyor ona. Bu acıma, roman ilerledikçe okurun kendini, içinde bulunduğu koşulları ve toplumu değerlendirmesine, giderek de bir hesaplaşmaya dönüşüyor.
Roman, Yusuf Aksu’nun çocukluk ve ilk gençlik dönemini anlatan bir “önöykü” ile başlıyor. Romandaki “şimdiki zaman” ise Aksu’nun altmışlı yaşları. Ahmet Nusret ve Refika Elbasan’ın biricik oğulları olarak dünyaya gelen Yusuf, daha çocukken yaşamdan koparılıyor. Babasını hiç anımsamıyor. Ona anlatılan ise, bakkaldan rakı almak üzere evden çıkan ve bir daha geri dönmeyen soru imleriyle dolu bir baba. Okur da küçük Yusuf’a anlatılanla yetinmek zorunda kalıyor. Refika Hanım’ın baskısı altında büyüyen Yusuf, sokağa tek başına hiç çıkmıyor, arkadaşları olmuyor, oyun oynamıyor. Bıyıklı adamlardan korkuyor. Bu, baba korkusu olarak veriliyor romanda, oysa babasının tek fotoğrafı bıyıksız. Böylece Tahsin Yücel “önöykü” bölümünde okuruna “her şeye hazır olun” iletisini de vermiş oluyor. Çünkü Yalan, bildiğimiz Tahsin Yücel romanının dışında bir roman. Yusuf’un ilgi alanı da sokaklar, arkadaşlar, oyunlar değil zaten; o, ansiklopedilerin çekimine kapılıyor. Refika Hanım da onun bu ilgisini destekliyor. Yusuf’un bu tekdüze, “gri” yaşamı kolejde tanıştığı Yunus ile birden renkleniyor; bununla da kalmıyor, bütün yaşamı bu tanışıklığın ardından biçimleniyor.
Yunus çok şey bilen, doğru düşünen, düzgün ve anlamlı cümleler kuran, ancak üç sözcüğü yan yana getirebilmek için bile fiziksel güç harcayan bir kekemedir. Bu özrüne karşı bir savunma mekanizması oluşturmuştur. Sözcüklerin arasına dolan sessizliklerin, sözcüklerin söylediğinden çok daha fazlasını söylediğini, dinlemesini bilenler için kekemeliğin çokseslilik, çok boyutluluk olduğunu öne sürer. Kekemeliği ile alay edenlere karşı meydan okumak için “dilin ve yazının kökenine ilişkin” aykırı bir kuram geliştirir. Tüm insanların kuşlar gibi eksiksiz ve doğal bir biçimde anlaşmalarını sağlayan, ama yazının bulunmasından sonra yavaş yavaş oluşan eklenimli diller yüzünden unutulan ilk dilin özlemi içinde yaşayan Yunus, her yerde, her şeyde bu ilk dilin izlerini arar. Yusuf Aksu için de müthiş bir kuramdır bu, arkadaşını koşulsuz desteklemekle kalmaz, zaman zaman onun gibi kekelemeye bile başlar.
Yunus kolejde tanıdığı, aşık olduğu ama karşılık alamadığı Canan yüzünden bileklerini jiletle keserek intihar edince, bu olaydan çok etkilenen Yusuf Aksu, onun dil kuramına sıkı sıkıya sarılır. Yunus’un bilimsel bir arka plana dayanmayan kuramı zaman içinde Yusuf Aksu’nun kuramına dönüşür ki, Yalan romanı da burada başlar.
Romandaki olayların gelişimi, kişilerin birbirleriyle ilişkileri de en az Yusuf Aksu’nun kimliği kadar şaşırtıcıdır. Bir dil kuramından söz edilir, ancak, tek satırı bile yazılmayan bu kuram hakkında, başta Yusuf Aksu olmak üzere, kimse dişe dokunur bir şey bilmez. Yusuf, bu “kuram”ın özlemi ve arayışı yüzünden öğrenimini bile tamamlayamamıştır. Yaşamı boyunca hiç çalışmayan, üretime katkısı olmayan Yusuf Aksu’ya bu rahat ve neredeyse asalak yaşamını sürdürmesi için rastlantılar yardımcı olur. İntihar eden arkadaşının varlıklı babası Yusuf’u bağrına basar, daha sonra da dul annesi Refika Hanım ile evlenerek onu kendi nüfusuna alır. Yusuf Aksu kendisine kalan mirasın hesabını bile bilmez. Yaşama katılamayıp bir konuk gibi durması bunlarla da sınırlı değildir; ansiklopediler dışında okuduğu tek kitap Robinson Crusoe’dur. Yaşamı boyunca bir mektup bile yazmamıştır; politika ve sanat ile ilgilenmez, gazete okumaz, televizyon izlemez, müzik dinlemez. Denize hiç girmemiştir. Hiç kız arkadaşı olmamıştır, cinsel yaşamı yoktur. Maçka’daki evine kapandığı ileri yaşlarında, evdeki işleri düzenlemek ve yardımcı olmak için gelen Necla adında bir kadın onu baştan çıkarmaya çalışır, hatta zorla onunla birlikte olur. Geç gelen bu ilk deneyimden bile zevk aldığı söylenemez. Altmışlı yaşlarında aşık olduğu Cazibe’ye ilgisi, kadınlara olan ilgisizliği kadar nedensizdir.
Yaşamdan hiçbir beklentisi olmayan bu “konuk,” olmayan bir “dil kuramı” ile geniş bir kitlenin hayranlığını kazanmayı başarırsa da bu “konum,” bu “başarı” ona hazır sunulmuştur. Bunun için hiçbir çaba göstermemiştir. Dilci ünü üniversite öğrenciliği sırasında dar bir çevreyle sınırlıdır; daha sonra bu ününü anımsayan bir akademisyen onu bir dilbilim toplantısına davet eder. Daha ilk tümcelerinde kürsüden indirilince ünü geniş bir çevreye yayılır. Toplumdan zaten kopuk yaşayan Yusuf Aksu bu olaydan sonra iyice uzaklaşır ve evinden çıkmaz olur.
Onu evinden çıkaracak, evine konuklar çağırmasını sağlayacak ve ünü gitgide yayılan “Maçka Çarşambaları”nı başlatacak olan kişi Bayram Beyaz’dır. Bir gazetede hesap işlerine bakan Bayram Beyaz, felsefeye meraklıdır. Yaşamını anlamlı kılmak istemekte, ancak tek başına bu işin üstesinden gelememektedir. Ününü duyduğu Yusuf Aksu’yu kendisine yönlendirici olarak seçer ve körü körüne onun hayranı olur. Yusuf Aksu’nun yemeklerini yapan, evini çekip çeviren Sivaslı Erkek Cemile ile evlenir ve aynı apartmandaki boş dairelerden birine yerleşerek Yusuf Aksu ile iç içe yaşamaya, onun her türlü danışmanlığını yapmaya başlar. Maçka’daki ev her Çarşamba dolup taşar. Gazeteler, sürekli bu önemli bilim adamından söz ediyordur artık. Yusuf Aksu’nun çevresinde profesörler, bilim adamları, felsefeciler, gazeteciler, yazarlar vardır ve herkes onun dünya çapında bir kuramcı olduğuna inanmıştır.
Bu durum gitgide bir saplantıya dönüşür. Kimse Yusuf Aksu’nun bilimsel kimliği ve kuramı üzerinde düşünmek istemez. Topluca paylaşılan bir yalan, bir aldatmaca oluşmuştur artık.
Bir süre sonra Yusuf Aksu yavaş yavaş kendine ve geçmişine dışardan bakmaya başlar.
Yalanın en sonunda ortaya çıkması mı gerekiyordu? Yaşamı baştan sona yalan olmuşsa, sürekli yalana başvurduğu için değil, başkalarına boyun eğdiği için olmuştu; üstelik, başkalarına uymak başkalarının arkasından gitmek bile değildi, o susmuştu yalnızca, suçu, sesini çıkarmamaktı: Bu kocaman apartmanı ve daha nicelerini karşılıksız olarak kendisine vermişlerdi, sesini çıkarmamıştı; adını büyük dilciye çıkarmışlardı, direnmeye çalışmış, ama sonunda boyun eğmek zorunda kalmıştı; insanlar, kendilerini aldatmak pahasına, yükselttikçe yükseltmişlerdi onu; bu ülkeyi kurtarabilecek tek insan olduğunu söyleyenler bile çıkmıştı; şimdi, yanıldığını, dolayısıyla kendisini böylesine yüceltenlerin de yanıldıklarını açıklamak istediği zamansa “Hayır, buna hakkın yok!” diyorlardı. Yalancı kimdi?
Ok yaydan çıkmıştır. Çevresindeki herkes, yanlışını düzeltmesine karşı çıkmaktadır. Yusuf Aksu sonunda kuramının yanlış olduğunu anlamıştır. Bunu yalnızca genç bir hayranı olan Beşinci Murat ile konuşur. Beşinci Murat, romanda doğru ve sağlıklı düşünebilen tek kişidir.
Yusuf Aksu’nun geçmişiyle ilgili kuşkuları da artmaya başlar. Ölmüş arkadaşının babası büyük servetini neden ona bırakmıştır? Belki onun da babasıdır; belki, arkadaşı olarak bildiği Yunus kardeşidir, belki annesi bile kendi annesi değildir. Öyleyse, başta kendi kimliği olmak üzere, her şey yalan üzerine kurulmuştur, her şey yalana göre düzenlenmiştir.
Yalan, çok yönlü, çok katmanlı, biçemiyle, içeriğiyle özgün bir yapıt. Gülünç ile acıklı sürekli yer değiştiriyor roman boyunca. Hiçbir özelliği olmayan Yusuf Aksu’dan, herkesin kendini kandırarak bir mit yaratmasının öyküsü, aynı zamanda içinde yaşadığımız yalan ve çöküş ortamının da romanı olarak beliriyor. Yusuf Aksu’nun kendini kandırmasıyla başlayan zararsız bir yalan, toplumun kalburüstü kesimlerinden insanların kendilerini aldatmalarıyla günümüz toplumunun hastalıklı yanlarına ulaşıyor. Liderlik özelliği taşımayan parti başkanlarından, çapsız sanatçılara, medyanın bir günde ülkenin gündemine oturtuverdiği sıradan insanlara uzanan “toplumsal cinneti” bıyık altından bir gülüşle anlatıyor Tahsin Yücel.
Yorumlar
Bu ürüne yorum yapmak için giriş yapmalısınız
02.11.2018
sevemedimBeni kendine çekmedi kitap. Çok zorladım kendimi ama olmadı. Kolay kolay yarım kitap bırakmam ama üzülerek yarıda bıraktım
04.02.2016
En İyisiÇağdaş Türk Edebiyatı´nın en iyisiÿ; sağlam kurgu, sağlam karakter, filozofça derinlik, bugünkü dünyanın Yusuf Aksu üzerinden ifadesi.
19.12.2015
MuhteşemBildirisini kâğıttan okur gibi yapan dev...