1
Andre Gorz’un eşi Dorine’le birlikte intihar ettiğini duyduğum an ilk yaptığım şey kitaplığıma bakmak oldu, gözlerim Gorz’un Elveda Proletarya adlı kitabını aradı; ölen kimselerin, özellikle intihar eden kimselerin geride bıraktıkları, garip bir taziye defteri duygusu uyandırır bende, onlara bakarak ölen kişiyle yeniden buluşurum, yeniden konuşurum. Bu, ölen kişinin bende bıraktığı gölgemsi bir haldir ve bu hal, ölen kişinin gömülmesine kadar sürer. Gömülmek doğaya teslim olmaktır çünkü.
Tanrı denen o sessiz çöle karşı geminin nerede olduğunu bilmiyor kimse, ancak deniz hep önümüzde, intihar bunu söyler, Gorz bunu söylüyor bize. Tanrı, karşısında hayvana döndüğümüz müddetçe bizi sever, ki hayvana dönmek ölümü beklemek değil de nedir? Gorz’un eşiyle birlikte intiharını düşündüğümde benim zihnimde tek bir imge belirdi, ki bu birlikte ölmekti. Birlikte yaşamanın neredeyse imkânsız hale geldiği günümüzde, âşıkların birlikte ölümü, bir tehdittir aslında; ölümü bekleyenler, biri ölsün ben yaşayayım diyenler, ülkeler ve sınırlar ve en nihayetinde birbirini yiyerek, ben koca ulusum-devletim diyenler...
Birlikte yaşlanalım, birlikte ölelim; başlıkta andığım bu ifadeler, her aşk öncesi çiftlerin en fazla başvurdukları, hatta kimi zaman aforizma özelliği taşıyan ünlü bir sözdür; cümle ikiye ayrıldığı zaman ilk şıkta ‘aşk’, ikinci şıkta ‘ölüm’ün varlığı dikkat çeker. Ancak söz burada durulanmaz, cümlenin yaşlanalım kısmında ölümü beklemek, ikincisinde zaten günün birinde kapımızı çalacak olan ölüme birlikte gitmek vardır. Ama burada, bir nasıl sorusu kaçınılmazdır. Birlikte yaşlanmak elimizde, ancak ölmek elimizde değildir; birlikte ölelim demek, intiharı da yedeğine alır. Tersi durumlar da yok değildir gerçi, vardır: Sıkça duyarız, söylenir, önce babam öldü, ardından annem; bu, birlikte yaşadıktan sonra, birlikte ölmek için verilen güzel bir örnektir. Amaç kuşkusuz ölen iki insanın birlikte yaşadıkları sürece birbirlerine duydukları sevgi ve saygının altını çizmektir ve dahası, iki insandan birinin ölmesi halinde diğeri açısından artık hayatın anlamsız hale geldiğinin vurgulanmasıdır.
Bu ve benzer durumlardan olsa gerek, çoğu zaman aşk ve ölüm birlikte anılır. Hölderlin, Diotima’ya olan aşkını anlatmak için duyduğu sevginin ölüm kadar güçlü olduğunu söyler; bu, aşk olmadığı zaman ölümün hayatın etine dolanan bir kemik olduğununun belki de en somut ifadelerinden biridir. Bu yüzden ölüm hep bir bağdır, hayat ise gece; aşk, hayatı ve ölümü birbirine bağlayan, aydınlatan yegâne gerekçe olarak çıkacaktır karşımıza... Thomas Mann’ın Büyülü Dağ’ı bu anlamda bir kapı aralayabilir; Hans Canstrop, geldiği sanatoryumda Cladivdia Chauchat’a âşık olur, ardından herkesin kaçtığı verem hastalığına tutulur, herkesin hastalıktan kurtulmak için geldiği yerde, Canstrop’un hastalandığı an sevinmesi sevgiliye yakın olmaktan öte neyle açıklanabilir? Birlikte yaşlanmak, ve birlikte ölmek diyebiliriz miyiz buna? Belki. Ama en ilginç olan bu sözü söylemek, ya da altını çizmek değil, örneklerle yüzleşmektir.
Gorz’un kitaplarına bakıp, birlikte ölmeyi düşünürken, tipik olduğu kadar imkânsız olan tek örnek (belki de) Kleist’ti; “Sense ben herhalde bir bilmeceyim” diyen, ardından, “için rahat etsin, Tanrı da bence öyle diyen” adam… Nereye gittiğini bilen, nereye kovalandığını bilmeyen ya da uçuruma kaçan adam, ya da koşan adam, Kleist; intiharından sonra, sapasağlam vücuduyla doktorları hayrete düşüren adam, “içinde bulunduğum mutluluk ve erinç olmadan, herkesle barışık olmadan ölemem” diyen adam… Kleist, yani hep sırtında bir ceset taşıyan adam, mutluluğu sabahın arkasında gören adam, ki bu yüzden olsa gerek, içinde sürekli yanıp duran bir cehennem taşıyan adam.
Kleist sevdiği, âşık olduğu kadınlara sürekli mektuplar yazar, not ise şudur hep: birlikte ölelim. Kadın, âşık olunan kadın, bu daveti kabul edendir ve bu daveti kabul eden kadınla, değil kraliçelerin uyuduğu yatak, mezartaşına baş koymaya hazırdır o, ki öyle olmuştur, yeni tanıdığı, âşık olduğu kadına, Caroline von Schiller’e açıkça şunu söyler: Seni öldürmeye hazırım, ardından da kendimi. Delilik belki, âşık olduğu kadına böyle bir davet çıkartan Kleist, en yakın dostuna da aynı teklifte bulunmuştur: Büyük şeyler yapalım ve ölelim. (Ölüm) bir odadan başka bir odaya geçiş gibi olacaktır.
Kleist, bu bir odadan bir odaya geçişi, sevgilisi Henriette Vogel’le gerçekleştirir; birlikte bir kır kahvesine giderler, kahvelerini içerler, kahvehanenin sahibi, bu neşeli çifti nişanlı sanır, çimenler üstünde çocuk gibi oynarlar, ardından bir silah sesi gelir; Kleist, sevgilisini tam kalbinden vurur; kahveci, bir silah sesi daha duyduğunu söyler, Kleist ağzına ateş açar: tek kurşun.1
2
Hayat hep çarpıcı örnekleriyle karşılar insanı; Stefan Zweig, dünya fikir mimarlarının ilk cildini, üç Alman yazara ayırmıştır; Kleist, Neitzsche, Hölderlin, bu üç yazarın hayatları ve hikâyelerinde tek bir ortak yan vardır, üçü de kendi içlerindeki güçle baş etmek zorunda kalmışlardır. Zweig ise kendi iç dünyasında mutlu sayılabilecek bir hayata sahiptir, varlıklı bir ailenin çocuğudur, hatta varlıklı olmayı, bilim ve sanatta varlıklı olmadıktan sonra pek işe yaramayacağını düşünen bir ailesi vardır. Kültür ve sanatın başkentlerinden biri olan Viyana’da doğmuştur; kütüphaneler, müzeler, opera binaları buradadır hep ve Zweig daha çocuk denecek yaşta Johannes Brahms’ı tanımıştır, hatta bir keresinde Brahms elini dostça omuzlarına koymuştur. Yine çocuk denecek bir yaşta Gustav Mahler’i tanımış, Alban Berg’le arkadaşlık kurmuştur, dönemin Viyana’da yaşayan sanat ve edebiyat çevreleriyle içli dışlıdır; Rilke, Valery ilk akla gelen şairlerdir. Romancı dostları da vardır, bunlara Thamas Mann’ı ve Gorki’yi, heykeltıraş Rodin’i de eklemek gerekir.
Engin ve geniş bir kültürel donanıma sahip olan Zweig, sağlığında pek çok dünya diline kitapları aracılığıyla girmiş, dünyanın en fazla kitapları çevrilen yazarlarından biri olmuştur. Türkiye’deyse Zweig, Milli Eğitim Bakanlığı’nın başlattığı çeviri seferberliği etrafında pek çok kitabı çevrilmiş, geniş bir okur kitlesi tarafından sevilen bir yazar olmuştur. Hikâyeleri, özellikle Bilinmeyen Bir Kadının Mektupları ve Satranç, denemeleri, biyografileri bir yana, Zweig’ı Kleist ile akraba yapan, Gorz ile aynı mecraya döken ölüm biçimidir.
Varlıklı ailesi, geniş kültürü İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra âdeta bir suça dönmüştür, Yahudi olmak bir suçtur. Hitler felaketinin yaklaşmakta olduğunu herkesten önce gören Zweig, Nazi işgalinden önce derin duygularla bağlı olduğu, çocukluğunun kenti Viyana’dan ayrılmak zorunda kalır. Bir süre İngiltere’de yaşar, ancak İngiltere’nin Almanya’ya savaş ilan etmesi üzerine ‘düşman yabancı’ sayılır ve buradan da eşiyle birlikte ayrılır. Bu sefer Brezilya’ya gider; 14 Şubat 1942’de Rio Karnavalı’nı izlemek ister, yine karısıyla birliktedir. Bir gazete Hitler ordularının ilerleyişini manşetten verir. Karnavalı görme isteğinden vazgeçer, yaşadığı Petropolis kentine döner ve 22 Şubat 1942’de karısıyla birlikte intihar eder.
Veda mektubunda, “Bütün dostlarımı selamlarım! Umarım, uzun gecenin ardından sabah kızıllığını hâlâ görebilirler! Ben, çok sabırsız olan ben, onların önünde gidiyorum,” der. Gitmeden önce, yazdığı başka bir mektupta yorulduğunu söyler, ona yorgunluk veren kitapların yakılması ve kendine bir yurt, bir vatan bulamamasıdır.
Zweig, demin de söylediğim gibi Kleist ile yakın bir akrabalık içindedir, hatta denebilir ki o, Kleist gibi hayatın efendisi olmak için, kendi hayatını elinde tutan biri olmuştur. Ölmeden önce karısıyla, birlikte nasıl yaşadıkları konusunda konuştukları ve birlikte nasıl ölüme gittikleri günlüklerinde oldukça açıktır. Belirtmekte yarar var, Zweig iki kez evlenmiştir; ilk eşi Frederike’den 1937 yılında ayrılmış, aynı yıl Lote Altman’la evlenmiştir. Ölmeden dört gün önce ilk karısına şunları yazar:
Sana hep güzel şeyler yazacağım. Tam şu sırada, Rio’nun o inanılmaz karnavalı vardı, ama benim aklım şenliklerde değildi. Çünkü, her zamankinden daha çok ezginim. Kaybolmuş şeylerin hiçbiri bir daha geri gelmeyecek ve yarın, geçmiş zamanın sunduğunu asla getirmeyecek. Çalışmalarımı sürdürüyorum, ama gücümün dörtte biriyle; eski bir alışkanlığı, yaratıcılıktan yoksun bir bakışla sürdürüyorum. İnandırmak için inanç gerekli, başkalarını sürüklemek için de heyecan... Günümüzde bunu nereden bulmalı! Hep seni düşünüyor, çocuklarının iyi çalışma olanaklarına kavuşup ilerleyeceğini umuyorum. Onlar, bu günlerden sonra gelecek daha iyi bir dünyayı görecekler. Yürekliliğini yitirmediğini ve sapasağlam olduğunu, çok yönlü New York’un hiç değil arada sırada sanat zenginliklerinden de sunduğunu umuyorum. Burada güzel tabiat, kitaplar, iyi ve eski kitaplardan başka bir şeyim yok. Onları okuyor, hep okuyorum.
Ölmeden, intihardan bir gün önceyse Stefan Zweig yazdığı mektupta şöyle diyor:
Altmışını geçtikten sonra, hayata yeniden başlayabilmek için insanın olağanüstü kuvvetlere sahip olması gerektir.Uzun yıllar oradan oraya dolaştıktan sonra, bende güç kuvvet kalmadı.2
Stefan Zweig, dikkat edildiğinde anlaşılacağı üzere evlidir ve iki çocuk babasıdır, tekrarlamakta yarar var, 1937’de karısından ayrılır, başka biriyle sınırları aşıar, ancak ölmeden önce yazdığı mektuplardan ikisini, ilk karısına yollar ve düşülen not ilginçtir, imza; Her zaman senin, Stefan.
Stefan Zweig, ilk karısından ayrıldıktan sonra, kimi kaynaklara göre ortada zaten bitmiş bir ilişki söz konusuydu. Yazar ondan sonra Lote Altman’la birlikte olmaya başlar; Altman, Stefan Zweig’ın bir okuru, ardından sevgilisi, ardından bütün hayatının ortağıdır... Stefan Zweig ile Altman’ın ölmeden önce neler konuştukları, Altman’ın ölmeden önce bıraktığı mektuplar hâlâ bir merak konusudur, ya da bir şeyler bırakmış mıdır, pek bilinmiyor. İntihar şekliyle ilgili de iki bilgi var; ilki, çiftin Veronal aldığı, ikincisi havagazıyla intihar ettikleri.
Stefan Zweig ölmeden önce, Brezilya hükümetine teşekkür mahiyetinde bir mektup bırakır; bu mektupta, hükümete konukseverliğinden dolayı teşekkür eder. Hükümet görevlilerinin, belki de gazetecilerin çektikleri son fotoğrafsa, Altman ile Stefan Zweig’in son anlarına değil, birlikte ölmeye dair çarpıcı bir örnek oluşturmaktadır. İkisi de uyuyorlardır, böyle görünüyor, Stefan Zweig kısa kollu bir gömlek giymiş, kravatlı, elleri Altman’ın ellerinde, uykunun ölüm hali, biraz parmakları seyreltse de büyük bir tutunmanın olduğu gözden kaçmıyor. Altman, Stefan Zweig’in elini tutmuş, çenesi tam omuzlarında, büyük uyku, sanki yeni evlenmişler, müthiş bir yorgunluk var yüzünde, ancak sevdiği adamın kollarına öyle bir yaslanmış ki, uyandırmak bile kölece...
Birlikte yaşamak, hayatın her karesinde birlikte ölümü göze almayı da gerektirir. Birlikte ölümü göze alamayanların, hem hayatta hem de siyasette sirayet ettiği tek yerin ‘fuhuş’ olduğunu söylemek hiç de imkânsız değildir. Bugün dünyanın trajedisi buradan başlıyor belki, uluslar birlikte yaşlanmıyorlar, birlikte ölmüyorlar ve bu yüzden birbirlerini öldürerek var oluyorlar. Bu yüzden aşklarında ihanet, ölümlerinde siyaset var hep, cenaze törenleriyle kısalıp, uzuyorlar.
3
Ve Gorz, bu yüzyılda neler söyledi bize; Gorz öldüğü zaman bütün gazeteler yazdı, karısıyla birlikte ölümü göze alan bir adamın son mektubu, doğrusu sahte savaşların insanların iç dünyalarını çöle dönüştürdüğü bir zamanda, bu ölüm daha bir canımı yaktı, ama sevdiğim bir ölümdü, sevdiğim ölülerdi her ikisi de. Birlikte yaşlanmış, birlikte ölmüşlerdi.
Andre Gorz ve Dorine, 1947 yılında tanışmışlardı, aralarında bir yıl fark vardı, öldüklerinde Gorz 84, Dorine 83 yaşındaydı, 48 yıldır birlikteydiler ve yaklaşık 20 yıldan beri de Dorine’nin amansız hastalığı vardı başlarında. Hastalık, araya giren, ölümle insan arasına giren doktor ve hastanelere rağmen ikisini birbirinden ayırmamıştı, dahası 83’ten sonra, Paris yakınlarında küçük bir eve taşınmışlardı; uzak ve rahat olan bu evde Gorz, Dorine’nin bakımını üstleniyordu. Bir bakıma bu ev, ikisinin hastanesiydi.
Gorz, D’ye Mektup adlı, “Bir Aşk Hikâyesi” adlı kitabında, sana zaman ayıramadım, diyor ve bunu söylerken pişman olduğunun altını çiziyor ve devamla, kendisini var edenin, Dorine olduğunu söylüyor. Burada var etmenin altını çizmek gerek, çünkü Gorz bunu söylerken, aşkın kendilerini başka dünyalara ulaştırdığını ifade eder ve dahası şöyle der:
82 yaşına gireceksin, 6 santimetre küçüldün, sadece 45 kilogram ağırlığındasın ve halen de güzelsin, zarifsin ve arzu edilebilirsin. 47 yıldır birlikte yaşıyoruz ve seni her zamankinden daha fazla seviyorum. Kısa bir süre önce sana yeniden âşık oldum.
Mektuptan anlıyoruz ki Dorine hastalıktan, yani bir gerekçeyle ölecek, ama asıl ölüm Andre Gorz’un olacaktır; hayatın dilinde bir alfabe gibidirler, bir harf olmadan diğeri okunamayacaktır. İki ölüm var, ancak iki ölüm, intiharla düşünüldüğünde doğru yaşanmış bir hayat çıkar karşımıza; ikisi aynı şeyleri ya da birbirine yakın düşünürler, birlikte hayatın, en önemlisi de yazının kavgasını verirler. Pek çok kimsenin es geçtiği bir yan vardır burada: Yahudilik.
Andre Gorz, Yahudi, dinlerin lanetine, birinci dünya savaşından sonra faşizmin laneti de ekleniyor, katliamdan kılpayı kurtuluyor; Gorz 1923’te doğdu, Viyana’da; on yaşına geldiği zaman, Avusturya, Almanya’ya bağlandı, Yahudiler gidecek yerler aradılar. Gorz’un ailesi, sığınmacı olarak Lozan’a yerleşti. Bu yüzden Gorz asıl adı olan Gerard Hors’u gizledi, başka imzalar kullandı, iktisat yazılarını Michel Bosquet, diğer yazıları için Andre Gorz imzasını kullandı, yani bütün isimler, kendi ismi dışında serbestti ona. Bu anlamda, Dorine aynı zamanda bir eş değil, bir sırdaş, belki de gerçek adını bir tek o biliyor.
4
Yalnızca eşiyle birlikte intihar etmesiyle değil, bizim kuşak, yani 12 Eylül’de ilkokulu yeni bitirenler için Gorz, sahaflarda aranan Elveda Proleterya kitabıyla da ayrı bir yere sahiptir. İktisadi Aklın Eleştirisi adlı kitabı ise bambaşkaydı; 90’lı yılların sonuna kadar çokça tartışılan reel sosyalizme Gorz lanet okuyordu. İlginçti, Almanya’da duvar yıkılıyor, Türkiye’de biz “sınır”ı tartışıyorduk. Sosyalizm, artık bir ütopya mıydı? Gorz, İktisadi Aklın Eleştirisi’nde tıpkı, Cohen gibi, Berlin Duvarını yeniden, ister; ona göre, kapitalizm ve reel sosyalizm aynıdır ve şimdi sözü edilen sosyalizm sanayi toplumunun iki yüzyıllık hayalidir, söz konusu edilen reel sosyalizm iktisadi aklı kutsallaştırmıştır, çalışma kapitalizm tarafından bir din halini almıştır, insan sürekli çalışarak, kapitalizme karşı iman tazeler, ibadet eder hale gelmiştir. Bu yüzden Gorz, çalışmayı kutsayan öğretiyi sert bir dille eleştirir, boş diye adlandırılan zamana ayrı bir değer verir, çünkü, boş zaman diye atıfta bulunan zaman sanatın, edebiyatın ve aşkın mayalandığı zamandır; sevgilisine sarılmayı sabah işe gitmeye tercih edenlerin zamanıdır boş zaman. Gorz’un ilerleyen zaman diliminde yayımlanan Kapitalizm Sosyalizm Ekoloji adlı kitabında da bu tavrını sürdürür, sahici bir zamandan yana tavrını koyar, sosyalizm insanların toplumsal ve kültürel gereksinimlerini temel aldığı zaman bir anlam kazanır; her şey daha iyi düşler görmek içindir. İnsanlar, piyasa ve Pazar için değil, kendileri- kendi gereksinimleri için üretmelidirler. 3
5
Tarih, Hegel’in deyimiyle geçmişi izlemektir, ancak bu izlem bize sadece şunu gösterir: Yıkıntılar. Burada da yaşlı karı koca, sobadan çıkan gaz sonucu ölmüşlerdi, kimseler duymamıştı, bayram ziyaretine gelen “çocukları” da olmasa, cesetleri evde çürüyüp gidecekti, hatırlamalısınız.
Yorumlar
Bu ürüne yorum yapmak için giriş yapmalısınız