Zehrin halleri
SİBEL K. Türker’in Kalp(Y)azan ve Öykü Sersemi adlı kitaplarından sonraki üçüncü öykü kitabı Ağula. Türker, 2006 Haldun Taner Öykü Ödülü’nü kazandığı bu kitapla yazmak, yazar olmak, kendinin ne kadarını yazmak gibi bazı durumları öykülerine başarıyla yedirmiş. Ancak hepsi bu kadar değil.
Genelde tüm okurların düştüğü yanılgı: Yazarın cinsiyetini bilerek okumaya başlamanın çizdiği sınırlara zaman zaman yenilmek. Genç yazar-yaşlı yazar gibi kadın yazar-erkek yazar ayırımının anlamsızlığının hissedildiği anlardır bunlar. Türker’in öyküleri de öncelikle bu açıdan şaşırtıcı. Yazar ya da değil çoğu insanın içine düştüğü, her şeyi kendi cinsiyetinin göz süzgecinden geçirerek algılama ve yansıtma tuzağına yenilmememek bir gereklilikse, yazar bunu yerine getirmeyi bilmiş.
“Suskun Bir Çocuk” kitabın ilk öyküsü. Çocukların hislerinin ne kadar kuvvetli olduğunu, zamanın insanı belki de bir gerileme (evet, büyümek!) hediye ederek karşıladığını hatırlatmasıyla ilginç. (Sezen Aksu şöyle der bir şarkıda: “Unuttum bildiğimi doğarken, umudum ölmeden hatırlamak.”) Sadece çocukluk duyarlığından beslenmiyor bu ilk öykü, yazarın yazdıklarının ne kadar kendisi olduğuna ilişkin her okurun kafasında istemsiz olarak doğan o soru işaretlerini de ele alıyor ustaca. Ve ekliyor öyküdeki yazar kişi: “Bu öyküyü yalnızca, anlattıklarımda ne kadar kendim olduğunu merak eden kişiler için yazdım.” Öykü içinde öykü, yazar içinde yazar... (Almodovar sessizce göz kırpardı bu öyküyü okusaydı.)
Kitapta çocukların ve çocukluğun öne çıktığı bir öykü daha var: “Sevmek Öldürmek”. Ancak bu öykü anlatımının sadeliği ve insan ilişkilerine iki küçük erkek çocuk arasındaki arkadaşlıktan –farklı bir açıyı bularak– bakmasıyla sivriliyor. İktidar ve sevme halleri ne kadar düşman ve ne kadar arkadaştır? “Herkes sevdiğini öldürür” mü Oscar Wilde’in dediği gibi, yoksa önce sevdiğimize benzemeyi başarıp sonra benzerimizi mi öldürürüz?
Bir savaşta kolunu ve bacağını kaybetmiş Memet’in öyküsü “Hayat-Memet Meselesi” ile sonuncu öykü “Film Şeridi”ndeki Deli Dul sevdiklerine ulaşamamalarıyla birbirine benziyor; ancak “Film Şeridi” içiçe geçen yapısı ve sonundaki yazar itirafıyla çok katmanlı ve daha başarılı bir öykü olmuş.
Türker’in öyküleri arasında “Onuncu Öykü”, “Kuş Biçimi” ve “Kuyumerdivenayna” yazarın tercihi olduğu anlaşılan bir şekilde öbür öykülerden daha farklı bir anlatım biçimi taşıyor. Öbürlerine göre, daha üstü kapalı, dil açısından daha bilinmezli. Ama bu öykülerin değerlerinden eksiltmiyor, sadece okurun metin içinde dürterek uyandırıyor, olumlu anlamda yoruyor.
“Abeze” ve “İade-i Hürriyet” adlı öykülerde biri yazar, öbürü gözleri görmeyen (!) bir seyyar satıcı iki adamın ağzından kafamızdaki ikilikleri anlatıyor. Söylediklerimizle yaptıklarımız arasındaki uçurumları... Bazen bilinçli, bazen bilinçsiz kandırmalarımızı. Hem kendimizi, hem başkalarını. “Boş Mermer Yazıları”ndaki genç kadın ise, bile isteye kanıyor. Hatta pes ediyor diyelim, gücü kalmadığı için. Öyküler içinde kara mizah duygusunun en öne çıktığı öykü “Yıldızların Işığı”. Burada yine inanç-inançsızlık, kandırma-kandırılma olgularının nasıl iç içe geçtiği başarılı bir şekilde işlenmiş.
Öyküleri sınıflandırmak zor. Böyle bir şeye gerek de yok sanıyorum. Bazen arkadaşına nerdeyse âşık bir oğlan, bazen ezilerek ezmeyi öğrenen bir kız çocuğu. Bazen tek kol ve bacaklı bir gazi, bazen kan görmeye dayanamayan bir kasap. Bazen oyuncu olmaya karar veren eski bir hırsız, bazen çok tanıdık bir yabancıyla birden karşılaşan genç bir kadın... Hepsi bir yerde buluşuyor sanki. Kendi kendilerine kalmış olmanın yarattığı zehirlerini yavaş yavaş içiriyorlar okura. Tıpkı Türker’in istediği gibi: “İçine akıttığın sadece birkaç damla. Yazarın içtiğinden... Öldürmez. Öyleyse bu kitabın okuyanı da içsin.”
YALÇIN TOSUN
Yorumlar
Bu ürüne yorum yapmak için giriş yapmalısınız